Hilafeti İstanbul’a getiren Osmanlı sultanı: Yavuz Sultan Selim

Sultan II. Bayezid’in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da 1470’te doğan I. Selim, özel hocalardan ve birçok laladan iyi eğitim aldı. Şehzade Selim’in, 1487-1510 yıllarında Trabzon Sancak Beyliği yaptığı dönemdeki idareciliği, ileride kısa sürecek saltanatının temellerini oluşturdu.

Sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Osmanlı Devleti için büyük bir siyasi-dini mesele oluşturacak Şah İsmail’i dikkatle takip etti.

Oğlu Şehzade Süleyman, 1494’te Trabzon’da dünyaya geldi, diğer oğlu Şehzade Salih ise henüz küçük yaştayken vefat etti.

Şehzade I. Selim, Sultan II. Bayezid’in kardeşi Ahmed’i tahta geçirmeye hazırlandığını öğrenince babasına sert ifadeler içeren mektup kaleme aldı.

Babasının hastalığının artması ve divandaki vezirlerin çoğunun padişahı Ahmed lehine teşvik etmesi üzerine o da önce oğlu Süleyman’ın yanına Kefe’ye, ardından beraberinde 3 bin kişiyle babasının yanına Edirne’ye gitti. Çukurçayır’da karşı karşıya geldiği babası II. Bayezid tarafından yatıştırılan Selim’e Semendire Sancağı verildi ve Macarlarla savaşması için izin çıktı.

Şehzade Selim, daha sonra ağabeyi Ahmed’in saltanat makamına çağrıldığını haber alınca Edirne’ye girdi, ardından babasına yetişerek Çorlu’ya geldi. Uğraşdere mevkisinde II. Bayezid’in kuvvetleri, ani bir saldırıyla Şehzade Selim’i geri çekilmeye zorladı.

İstanbul’da da yeniçeriler, Şehzade Ahmed’i istemediklerini ve Selim’i desteklediklerini açıkça ilan etti. Üsküdar’a kadar gelen Ahmed şehre giremedi, Kefe’de bulunan Selim’e destek haberi yollandı. Bazı paşaların da baskısı sonucu II. Bayezid, tahtından Selim lehine feragat etmek zorunda kaldı. Böylece Selim, 24 Nisan 1512’de 9’uncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.

Tahtını bırakan II. Bayezid ise Dimetoka’ya gitmek üzere İstanbul’dan çıkışının ardından 10 Haziran 1512’de Abalar köyünde vefat etti. Selim, babasının vefatının ardından kendisine karşı duran kardeşleri Ahmed ve Korkut’u da saltanatın bekası için öldürttü.

İlk hedefi Şah İsmail oldu

Tahta çıkan Yavuz Sultan Selim’in ilk hedefi, Osmanlı Devleti için ciddi bir dini ve siyasi tehdit oluşturan Şah İsmail oldu.

Sultan Selim, 20 Mart 1514’te Edirne’den İran seferi için yola çıktı. Beş ay süren oldukça zorlu seferin sonunda 23 Ağustos 1514’te Çaldıran’da Şah İsmail karşısında zafer kazandı. Yavuz Sultan Selim, harekatını sürdürerek 6 Eylül’de Tebriz’e girip adına hutbe okuttu, bölgede bazı imar hareketlerinde bulunup sayıları bine ulaşan ilim ve sanat adamını da İstanbul’a sevk etti.

Kışı ordusuyla Amasya’da geçiren Sultan Selim, 19 Mayıs 1515’te Safeviler’in elindeki Kemah’ı ele geçirip ardından Sivas’a yürüdü. Devamında Şah İsmail’le işbirliği içerisindeki Dulkadiroğlulları’nı ortadan kaldırarak İstanbul’a döndü.

Diyarbakır bölgesinde Safevilerle mücadele için dönemin önemli alimlerinden İdris-i Bitlisi’yi bölgeye göndererek civardaki Sünni/Şafii aşiretlerini Safeviler’e karşı örgütlemeye çalışan Selim, Kürt beylerini de kendi tarafına çekti.

İlk Osmanlı halifesi oldu

Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516’da Doğu seferi için İstanbul’dan ayrıldı. Memluk Sultanı’nın Safevilerle ortak hareket ettiğini öğrenerek Malatya’dan Halep’e doğru ilerleyen Selim, 24 Ağustos’ta Mercidabık Ovası’nda yapılan savaşta Kansu Gavri idaresindeki Memluk ordusunu bozguna uğrattı. Selim, savaş sonrası Kansu Gavri’nin naaşını buldurup Halep’e götürterek dualarla defnettirdi.

Daha sonra Mısır seferine karar veren Yavuz Sultan Selim, önce Şam’ı, ardından Kudüs’ü ele geçirdi. 9 Ocak 1517’de Gazze’den Mısır’a doğru yola çıkan Yavuz Sultan Selim, zorlu çöl yolculuğunun ardından 22 Ocak’ta Ridaniye’de yeniden toparlanan Memluk ordusunu bir kez daha bozguna uğrattı. 15 Şubat’ta görkemli bir törenle Kahire’ye girerek Kasr-ı Yusuf’ta Mısır tahtına oturdu.

Ridaniye Savaşı’yla Memluklerin ortadan kaldırılmasının ardın Selim, içlerinde Abbasi Halifesi Mütevekkil-Alellah ve bazı önde gelen kimseleri, ulemayı, sanatkarları, bir kısım tüccarları, mukaddes emanetleri ve ele geçirilen malzemeleri donanmayla İstanbul’a sevk etti. Dönüş yolunda Şam’da Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin mezarını buldurarak buraya türbe, yanına da cami ve tekke yaptırdı.

Bu savaşın ardından halifeliği Osmanlıya geçiren Selim, imparatorluğun da ilk halifesi oldu.

Sultan Selim, 2 yıl bir ay süren seferin ardından 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a döndü.

Padişah, Nisan 1519’da Rodos seferi için donanmaya yeni gemiler tedarik ettirip toplar döktürdü.

Sultan Selim, İstanbul’daki veba salgını sonrası 18 Temmuz 1519’da Edirne’ye doğru yola çıktı. Sırtında çıkan bir büyük ur yüzünden Çorlu’dan ileri gidemedi. Durumu giderek ağırlaşan Sultan Selim, 22 Eylül 1520’de vefat etti.

Elçilik raporlarında özellikle adaleti ön plana çıkarıldı

Yavuz Sultan Selim’in vefatı, oğlu Süleyman’ın Manisa’dan İstanbul’a gelişine kadar gizli tutuldu. 1 Ekim 1520’de İstanbul’a getirilen Yavuz Sultan Selim’in naaşı, oğlu ve devlet adamları tarafından şehir girişinde karşılandı ve Fatih Camisi’ne indirildi. Selim, burada kılınan namazdan sonra bugünkü türbesinin bulunduğu Mirza Sarayı denilen yerde defnedildi. Daha sonra oğlu Süleyman tarafından buraya bir türbe ile Sultan Selim Camisi ve külliye yaptırıldı.

Yavuz Sultan Selim’in 8 yılı aşan hükümdarlığı, Osmanlı tarihi için bir dönüm noktası oldu. Özellikle Doğu meselelerini ele alışı ve bunlara kesin çözüm bulma çabalarıyla dikkati çeken Selim, Safevi tehdidini önleyerek Osmanlı’da Sünni anlayışın öne çıkmasını sağladı.

Tahtı devraldığında 2 milyon 375 bin kilometrekare olan Osmanlı topraklarını, Doğu’ya yaptığı seferlerle 8 yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kattan fazla büyüterek 6 milyon 557 bin kilometrekareye çıkardı.

Yavuz Sultan Selim’in İslam dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması, “hilafet tahtının sultanı” şeklinde anılmasına yol açtı. Resmi belgelerde ise Mekke ve Medine’nin koruyucusu anlamına gelen “Hadimü’l-Haremeyn” ünvanıyla anıldı.

Batı kaynaklarında daha çok sert mizacı ile tasvir edilse de bazı elçilik raporlarında özellikle adaleti ön plana çıkarılan Selim, alimlerle sohbet etmeyi ve siyasi meselelerde bunların ve diğer devlet adamlarının görüşlerini almayı prensip edindi.

Yavuz Sultan Selim’in çok okuduğu ve tarihe büyük merakı olduğu, Farsçayı çok iyi bildiği, Arapçaya ve Tatar lehçesine de aşina olduğu ifade edilir. Farsça şiirlerini içeren divanı basılan Selim’in Türkçe şiirlerine de bazı tezkirelerde rastlanır.

 

KAYNAK: AA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir